Nasıl Hâkim Olunur?

Giriş

Bu makalemiz, hâkimlik mesleğinin tanımı, statüsü, mesleğe giriş süreci, görev ve yetkileri, anayasal güvenceleri, denetimi, sorumlulukları ve mesleki sorunları başta olmak üzere çeşitli başlıklar altında, yargı kararları analizleri ışığında kapsamlı bir inceleme sunmak amacıyla hazırlanmıştır. İncelediğimiz kararlar, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay’ın yanı sıra Bölge Adliye Mahkemeleri ve ilk derece mahkemelerinden oluşmakta olup, mesleğin farklı veçhelerine dair spesifik uyuşmazlıklar üzerinden önemli prensipler ortaya koymaktadır. Makalemiz, bu dağınık ve spesifik kararları bütüncül bir bakış açısıyla bir araya getirerek, bir hukukçunun perspektifinden hâkimlik mesleğinin mevcut hukuki çerçevesini ve uygulamadaki yansımalarını analiz etmektedir.

Hâkim Kimdir? Hâkimlik Mesleğinin Tanımı ve Hukuki Statüsü

Literatürde hâkim, uyuşmazlıkları çözen, adaleti tesis eden ve bu görevi anayasal güvenceler altında yerine getiren bir kamu görevlisi olarak tanımlanmaktadır. Hâkimin hukuki statüsü, diğer kamu görevlilerinden temelden ayrılır. Bu statünün özünü, Anayasa’da güvence altına alınan “mahkemelerin bağımsızlığı” ve “hâkimlik teminatı” oluşturur. Bu ilkeler, hâkimin karar verirken hiçbir organ, makam, merci veya kişiden emir ve talimat almamasını, baskı altında kalmamasını temin eder.

Yargı kararları, hâkimin kimliğini ve hukuki statüsünü, Anayasa’da tanımlanan yargı yetkisinin yegâne kullanıcısı olarak belirlemektedir. Hâkim, Türk Milleti adına yargı yetkisini kullanan, görevinde bağımsız, Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatine göre hüküm veren kişidir (AYM, E.1986/15, K.1987/1; AYM, E.1973/19, K.1975/87). Danıştay’ın bir kararında hâkimlik, bir hukukçunun mesleğinde kendini kanıtlayarak seçkin bir yer edinebileceği kariyer yollarından biri olarak tanımlanmıştır: “Hukuk alanında temayüz etmiş olmak, … hakimlik, savcılık, avukatlık … dallarında kendini kanıtlayarak üst noktalara ve kariyer görevlere gelmiş olmayı, bu alanlarda hukukçu olarak seçkin bir yer edinilmesini ifade eder.” (Danıştay 5. Daire, E.2009/6719, K.2011/3104).

Hâkimin hukuki statüsünün temelini, “hâkimlik teminatı” oluşturur. Bu teminat, Anayasa Mahkemesi’nin de vurguladığı gibi, hâkimleri kişisel olarak korumak için değil, yargı organının bağımsızlığını temin ederek adaletin gerçekleşmesini sağlamak amacıyla kabul edilmiştir (AYM, E.1963/125, K.1963/112). Hâkimin görevinin özü, hukuki uyuşmazlıkları çözmektir. Bu nedenle Yargıtay, hâkimin kendi hukuki bilgisiyle çözebileceği konularda bilirkişiye başvurmasını yasaklamıştır: “Hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgisi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişi dinlenemez.” (Yargıtay HGK, E.2001/4-1096, K.2001/1188). Bu ilke, hâkimin hukuki sorunların çözümündeki asli ve devredilemez rolünü teyit eder.

Nasıl Hâkim Olunur? Şartlar, Sınavlar ve Eğitim Süreci

Hâkimlik mesleğine giriş, kanunla belirlenmiş katı şartlara, rekabetçi sınavlara ve mesleki bir eğitim sürecine tabidir. Bu sürecin temel amacı, mesleğin gerektirdiği liyakat, yetkinlik ve dürüstlüğe sahip kişilerin seçilmesini sağlamaktır. Süreç, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nda düzenlenmiştir. Adaylar, Adalet Bakanlığı tarafından yapılan yazılı yarışma sınavı ve ardından HSK tarafından gerçekleştirilen mülakatı başarıyla geçmek zorundadır. Yazılı sınavda başarılı olan adaylar, hâkim ve savcı yardımcılığı sürecine başlar. Bu süreç, meslek öncesi ve içi eğitimleri kapsar. Anayasa’nın 140. maddesi, bu eğitimlerin dahi kanunla düzenlenmesi gerektiğini emreder.

Yargı kararları, hâkim olma sürecinin özellikle meslek öncesi eğitim ve bu eğitimin sonundaki sınav sürecine ışık tutmaktadır. Süreç, yazılı sınavı kazanan adayların Türkiye Adalet Akademisi tarafından yürütülen bir eğitim ve staj dönemine alınmasıyla devam etmektedir. Bu eğitimin amacı, adayı “…mesleğin ifası için gereken bilgi ve beceriye sahip, tarafsızlık duygusu ve meslek onuru ile adalet anlayışı gelişmiş… kişiler olarak hâkim ve savcılığa hazırlamak….” olarak tanımlanmıştır (Bursa 3. Asliye Ticaret Mahkemesi, E.2019/778, K.2020/746).

Eğitim sürecinin sonunda adaylar, mesleğe kabul için nihai bir değerlendirmeye tabi tutulurlar. 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’na göre bu değerlendirme, yazılı ve sözlü sınavdan oluşmaktadır. Danıştay kararlarında bu süreç şöyle özetlenmiştir: “Eğitim sonunda başarılı sayılmak için, yazılı sınav puanının yüzde altmışı ile sözlü sınav puanının yüzde kırkının toplamının en az yetmiş olması şarttır.” (Danıştay 5. Daire, E.2024/35, K.2024/8998). Bu kararlar, özellikle sözlü sınavın (mülakat) hukuki denetimine odaklanarak, mesleğe girişin son ve en kritik aşamasının objektif ve denetlenebilir olması gerektiğini vurgulamaktadır.

Hâkimlik Sınavı ve HSK Mülakat Süreci Nasıl İşler?

Hâkimlik mesleğine girişte sınav ve mülakat aşamaları kritik bir öneme sahiptir. Yazılı sınav, adayların hukuki bilgi düzeyini ölçen objektif bir aşamadır. Ancak mülakat süreci, doğası gereği daha subjektif unsurlar barındırır ve yargı bağımsızlığı açısından hassasiyet taşır.

Danıştay 5. Dairesi’nin yerleşik içtihadını değiştiren emsal nitelikteki kararları, bu sürecin nasıl işlemesi gerektiğine dair net standartlar getirmiştir. Daha önce idarenin geniş takdir yetkisi içinde görülen sözlü sınavlar, artık sıkı bir yargısal denetime tabi tutulmaktadır. Danıştay, keyfiliğin önlenmesi ve hukuki güvenliğin sağlanması amacıyla, hukuka uygun bir sözlü sınavın nasıl yapılması gerektiğini şu şekilde formüle etmiştir:

“…sınav komisyonunca sınavda sorulacak soruların önceden hazırlanması ve tutanağa bağlanması, her adaya sorulan soruların kayda geçirilmesi ve sorulan sorulara adayların verdiği yanıtlara hangi komisyon üyesince, hangi notun takdir edildiğinin tutanakta ayrı ayrı gösterilmesi, böylece sözlü sınavın nesnel olarak yapılması ve yargısal denetimin tüm unsurlarıyla gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır.” (Danıştay 5. Daire, E.2024/35, K.2024/8998).

Bu içtihat değişikliği, sözlü sınavların sadece bir sonuç tutanağından ibaret olamayacağını, sürecin tüm aşamalarının kayıt altına alınarak objektifliğin ve şeffaflığın sağlanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu usullere uyulmaması, sınavın doğrudan hukuka aykırılığı sonucunu doğurmaktadır. Bu durum, hâkimlik gibi temel bir kamu hizmetine girişte liyakat ve objektiflik ilkelerinin ne denli önemli olduğunun altını çizmektedir.

Hâkimlerin Görev ve Yetkileri Nelerdir?

Yargı kararları, hâkimin görev ve yetkilerini Anayasa’nın 9. ve 138. maddeleri çerçevesinde tanımlamaktadır. Hâkimin en temel görevi, önüne gelen hukuki uyuşmazlığı çözmek ve bir karara bağlamaktır. Bu yetki, devredilemez niteliktedir. Özellikle bilirkişilik kurumuyla olan ilişkisi bağlamında bu görev tanımı netleşmektedir. Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi kararlarında istikrarlı bir şekilde, hâkimin hukuki konularda bilirkişiye başvuramayacağı vurgulanmıştır: “Hukuk kurallarını resen araştırarak bulmak, yorumlamak ve olaya uygulamak hâkimin görevi olduğundan” (AYM, E.2018/152, K.2020/11) bu yetkinin devri Anayasa’ya aykırıdır.

Hâkimin yetkisi, yargılamanın sevk ve idaresini de kapsar. Duruşmanın düzenini sağlamak, delilleri toplamak, değerlendirmek ve deliller arasındaki çelişkileri gidermek hâkimin asli görevidir. Yargıtay’ın bir kararında bu durum, “maddi olguyu tespit etmek hakime ait bir görev olup, öncelikle zararlandırıcı sigorta olayının ne şekilde oluştuğu dosya içeriğindeki tüm deliller takdir olunarak, varsa, çelişkiler ve eksiklikler giderilerek belirlenmeli…” (Yargıtay 10. HD, E.2023/9174, K.2023/8351) şeklinde ifade edilmiştir. Hâkim, bilirkişi raporu da dâhil olmak üzere hiçbir delille bağlı değildir; delilleri serbestçe takdir eder. Bu, hâkimin vicdani kanaatine göre karar verme ilkesinin bir yansımasıdır.

Hâkim Türleri: İdari, Adli Yargı Hâkimleri

Türk yargı sistemi, adli ve idari yargı olmak üzere iki ana kola ayrılmıştır ve bu kollar içinde de çeşitli uzmanlık mahkemeleri bulunmaktadır. Bu yapı, hâkimlerin de uzmanlaşmasını gerektirir.

  • Adli Yargı Hâkimleri: Hukuk ve ceza mahkemelerinde görev yaparlar. Hukuk mahkemeleri (sulh hukuk mahkemesi, asliye hukuk mahkemesi, asliye ticaret mahkemesi, aile mahkemesi, iş mahkemesi, tüketici mahkemesi, fikri ve sınai haklar mahkemesi, kadastro mahkemesi) özel hukuk uyuşmazlıklarına bakarken, ceza mahkemeleri (asliye ceza, ağır ceza, çocuk mahkemesi, çocuk ağır ceza mahkemesi, icra ceza mahkemesi, fikri sınai haklar ceza mahkemesi) suç teşkil eden fiillerin yargılamasını yapar.
  • İdari Yargı Hâkimleri: İdare mahkemeleri ve bölge idare mahkemelerinde görev alırlar. Temel görevleri, idarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunu denetlemek ve bu işlemlerden doğan uyuşmazlıkları çözmektir.

Hâkimlikte Tarafsızlık ve Bağımsızlık İlkesi

Bağımsızlık ve tarafsızlık, yargı fonksiyonunun temel direkleridir ve adil yargılanma hakkının vazgeçilmez unsurlarıdır.

Bağımsızlık, mahkemelerin ve hâkimlerin görevlerini yaparken yasama ve yürütme organları başta olmak üzere hiçbir dış etki, baskı, yönlendirme veya müdahale altında kalmamasını ifade eder. Bu, kurumsal (mahkemenin organ olarak bağımsızlığı) ve bireysel (hâkimin şahsen bağımsızlığı) olmak üzere iki boyutta ele alınır. Anayasa’nın 138. maddesi bu ilkenin temelini oluşturur.

Tarafsızlık, hâkimin önündeki davada önyargısız, yansız ve adil bir tutum sergilemesidir. AİHM içtihatlarında bu ilke iki açıdan incelenir:

  1. Subjektif Tarafsızlık: Hâkimin kişisel olarak önyargılı veya taraflı olup olmamasının değerlendirilmesidir. AİHM içtihatlarında subjektif yönteme göre, hâkimin kişisel kanaati ve davranışı dikkate alınmaktadır, bir diğer ifadeyle belirli bir durumda hâkimin kişisel önyargısının ve taraf tutma durumunun olup olmaması noktasına bakılmaktadır.
  2. Objektif Tarafsızlık: Hâkimin kişisel tutumundan bağımsız olarak, dışarıdan bakıldığında tarafsızlığından şüphe duyulmasına neden olabilecek meşru bir sebebin bulunmamasıdır. Bu, “görünüşte tarafsızlık” olarak da bilinir. AİHM’in “Adaletin yerine getirilmesi yetmez, aynı zamanda yerine getirildiğinin de görülmesi lazımdır” ilkesi, objektif tarafsızlığın önemini vurgular. Anayasa Mahkemesi de bir kararında objektif tarafsızlığı, “Tarafsızlık için öncelikle bağımsızlık ön koşulu gerçekleşmeli ve ek olarak kurumsal yönden de taraf görüntüsü verecek bir yapılanma oluşmamalıdır” şeklinde tanımlamıştır.

Tarafsızlık ve bağımsızlık, tüm yargı kararlarında hâkimlik mesleğinin olmazsa olmaz koşulu ve anayasal temel direği olarak kabul edilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında atıf yapılan Anayasa’nın 138. maddesi bu ilkeyi şöyle tanımlar: “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.” (AYM, E.1986/15, K.1987/1). Bağımsızlık, hâkimin karar verirken yasama ve yürütme organları başta olmak üzere hiçbir organ, makam, merci veya kişiden emir ve talimat almaması anlamına gelir. Tarafsızlık ise, hâkimin önüne gelen uyuşmazlığın taraflarına karşı önyargısız, eşit mesafede ve objektif olmasıdır.

Bu ilkenin ihlali, en ağır mesleki yaptırımların temel gerekçesini oluşturmaktadır. Özellikle FETÖ ile iltisak ve irtibat nedeniyle meslekten çıkarılma kararlarında Danıştay, bu durumu şöyle gerekçelendirmiştir: “…bağımsızlık ve tarafsızlık ilkeleriyle hiçbir biçimde bağdaşmayacak yapılanmaların içine girerek örgüt hiyerarşisi altında ideolojik bağlılıkla hareket etmelerinin, Anayasal bir hak olan adil yargılanma hakkının önündeki en büyük engel olduğu…” (Danıştay 5. Daire, E.2016/58575, K.2021/1211). Yargıtay ise, mağduru olduğu bir olaya ilişkin iddianame düzenleyen bir savcının eylemini dahi tarafsızlık ilkesine aykırı bularak, bu ilkenin muhakemenin her aşamasında korunması gerektiğini AİHM içtihatlarına atıfla vurgulamıştır (Yargıtay 4. CD, E.2019/7454, K.2021/29698).

Hâkimlerin Özlük Hakları: Maaş, Emeklilik, Güvenceler

Hâkimlerin özlük hakları, Anayasa’nın 140. maddesi uyarınca “mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir” hükmüyle anayasal güvence altına alınmıştır. Bu, hâkimlerin aylık ve ödenekleri, meslekte ilerlemeleri, görev yerlerinin değiştirilmesi gibi tüm haklarının yürütme organının takdirine bırakılamayacağı, yalnızca kanunla düzenlenebileceği anlamına gelir.

  • Mali Güvence: Anayasa’nın 139. maddesi, “bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz” hükmünü içerir. Bu, hâkimlerin mali haklarının en üst düzeyde korunduğunu gösterir.
  • Emeklilik Güvencesi: Hâkimler, Anayasa’da belirtilen yaştan (65 yaş) önce kendileri istemedikçe emekliye sevk edilemezler. Hâkim mesleğini icra ederken kendi hür iradesiyle yaptığı yargılamalardan dolayı emekli edilme endişesi taşıdığı takdirde, ondan adil yargılama yükümlülüğünü yerine getirmesi beklenemez. Bu kuralın istisnaları, sağlık sorunları veya meslekten çıkarmayı gerektiren durumlardır.
  • Diğer Güvenceler: Hâkimlerin atanmaları, terfileri, görev yerlerinin değiştirilmesi gibi tüm özlük işleri, Anayasa’nın 140. maddesi uyarınca “mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.” Bu, özlük haklarına ilişkin düzenlemelerin keyfi olamayacağını ve kanuni bir temele dayanması gerektiğini temin eder.

Anayasa Mahkemesi, bu ilkeyi ihlal eden Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (CBK) hükümlerini iptal etmiştir. Örneğin, Cumhurbaşkanlığı’nda görev yapan hâkimlerin terfilerinin “mümtazen” yapılmasını öngören CBK ibaresi, özlük işlerinin kanunla düzenlenmesi gerektiği gerekçesiyle Anayasa’ya aykırı bulunmuştur (AYM, E.2018/118, K.2023/180).

Anayasa Mahkemesi’nin bir başka kararı, özlük hakları kapsamında yer alan “aylık ek tazminat” konusunda Yargıtay/Danıştay üyeleri ile birinci sınıf hâkimler arasında yaratılan farkın çalışma barışını bozduğunu ve eşitlik ilkesine aykırı olduğunu tespit etmiştir (AYM, E.2023/104, K.2023/177). OHAL döneminde KHK ile ihraç edilen bir hâkimin maaş hakkına ilişkin bir başvuruda ise Yüksek Mahkeme, bu işlemin bir disiplin cezası değil, “olağanüstü tedbir” niteliğinde olduğunu ve derhal sonuç doğurduğunu belirterek, maaş ödenmemesini mülkiyet hakkı ihlali olarak görmemiştir (AYM, B.No: 2018/37995, 11/1/2024). Bu kararlar, özlük haklarının anayasal güvence altında olmakla birlikte, olağanüstü dönemlerde farklı hukuki rejimlere tabi olabildiğini göstermektedir.

Hâkimlik Mesleğinde Karşılaşılan Uygulama Sorunları

Yargı kararları, hâkimlik mesleğinin icrası sırasında karşılaşılan pek çok soruna ayna tutmaktadır. Bunların başında, hâkim adaylığı sözlü sınavlarındaki objektiflik ve şeffaflık eksikliği gelmektedir. Danıştay’ın bu sınavların denetimine ilişkin içtihat değişikliği, bu sorunun ciddiyetini ve bir çözüme kavuşturulma ihtiyacını ortaya koymaktadır (Danıştay 5. Daire, E.2023/6495, K.2024/9883). Bir diğer önemli sorun, hâkimlerin hukuki konularda dahi bilirkişiye başvurma eğilimidir. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay, bu durumu “yargı yetkisinin devri” olarak nitelendirerek eleştirmiş ve usul ekonomisine aykırılığına dikkat çekmiştir (AYM, B.No: 2015/10393, 9/1/2019).

Anayasa Mahkemesi’nin eski tarihli bir kararı, bir asliye ceza hâkimine aynı zamanda sorgu hâkimliği gibi ek görevler verilmesini, hâkimlerin asli görevleri dışındaki yetkilendirmelerinin keyfiyet yaratabileceği sorununa işaret etmiştir (AYM, E.1969/1, K.1969/7). Ayrıca, bir hâkimin tarafsızlığını yitirdiği durumlarda, mesleğin itibarını korumak adına isteğine bakılmaksızın yerinin değiştirilebilmesi, uygulamada karşılaşılan bir başka soruna ve çözüm mekanizmasına örnektir. Yargıtay, bu durumu düzenleyen 2802 sayılı Kanun’un 46. maddesine atıf yapmıştır (Yargıtay 4. CD, E.2019/7454, K.2021/29698). Son olarak, Yargıtay ve Danıştay üyeleri ile diğer hâkimler arasında yaratılan mali farkların “yargı hizmetinin yerine getirilmesinde huzursuzluk ve kırgınlığa neden” olması da önemli bir uygulama sorunu olarak tespit edilmiştir (AYM, E.2023/104, K.2023/177).

Hâkimlerin Kararlarından Doğan Hukuki ve Cezai Sorumluluklar

Hâkimlerin verdikleri kararlardan veya görevleri sırasındaki eylemlerinden dolayı hem hukuki (disiplin) hem de cezai sorumluluklarının doğabilmektedir. Bir Danıştay kararında, belirli bir terör örgütünün amaçları doğrultusunda hareket ederek karar verdiği iddia edilen bir hâkim hakkında hem meslekten çıkarma disiplin cezası verilmesi hem de “görevi kötüye kullanma” suçundan Yargıtay’da ceza davası açılması, bu ikili sorumluluk mekanizmasını somutlaştırmaktadır (Danıştay 5. Daire, E.2021/4734, K.2023/3254).

Anayasa Mahkemesi’nin Süleyman Bağrıyanık ve Diğerleri başvurusunda, yürüttükleri soruşturma işlemleri nedeniyle “devlet sırrını ifşa” ve “görevi kötüye kullanma” gibi suçlamalarla tutuklanan savcıların durumu ele alınmıştır. Bu karar, hâkim ve savcıların görev suçları nedeniyle ağır cezai yaptırımlarla karşılaşabileceğini göstermektedir (AYM, B.No: 2015/9756, 16/11/2016). Hukuki sorumluluk ise daha geniştir. 2802 sayılı Kanun’a göre, bir eylem suç teşkil etmese bile, mesleğin onur ve saygınlığını zedeliyorsa en ağır disiplin cezası olan meslekten çıkarma yaptırımı uygulanabilir. Danıştay bu ilkeyi şöyle ifade etmiştir: “Disiplin cezasının uygulanmasını gerektiren fiil suç teşkil etmezse ve hükümlülüğü gerektirmese bile mesleğin şeref ve onurunu ve memuriyet nüfuz ve itibarını bozacak nitelikte görüldüğü takdirde de meslekten çıkarma cezası verilir.” (Danıştay İDDK, E.2024/569, K.2025/707).

Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) ile İlişkiler ve Denetim

HSK, Anayasa’nın 159. maddesi uyarınca hâkimlerin mesleğe kabulü, atanması, nakli, terfisi, denetimi ve disiplin işlemleri gibi tüm özlük işlerinde karar verme yetkisine sahip anayasal bir organdır. İncelenen kararlar, HSK’nın bu merkezi rolünü ve yargı bağımsızlığının teminatı olduğunu teyit etmektedir. Anayasa Mahkemesi, HSK’nın yapısına ve işleyişine yürütme organının müdahalesini içeren yasal düzenlemeleri “mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı” ilkesine aykırı bularak iptal etmiştir. Örneğin, HSK üyelerinin hangi dairede görev yapacağını veya Teftiş Kurulu Başkanı’nı atama yetkisinin Adalet Bakanı’na verilmesi, yürütmenin yargı üzerindeki etkisini artırdığı gerekçesiyle Anayasa’ya aykırı bulunmuştur (AYM, E.2014/57, K.2014/81).

Hâkimlerin denetimi, HSK’ya bağlı müfettişler tarafından yürütülür. Anayasa’nın 159. maddesi bu süreci, “ilgili dairenin teklifi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanının oluru ile Kurul müfettişlerine yaptırılır” şeklinde düzenlemiştir (AYM, B.No: 2015/9756, 16/11/2016). HSK, bu denetim ve soruşturmalar sonucunda hâkimler hakkında disiplin cezası verme veya meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verme gibi en ağır yaptırımları uygulama yetkisine sahiptir. Bu kararlara karşı yargı yolu açık olup, nihai denetim mercii Danıştay’dır.

Hâkimlerin Disiplin Soruşturmaları ve Meslekten İhraç Halleri

Hâkimlerin azlolunmazlığı ilkesi mutlak değildir. Mesleğin onuru ve gerektirdiği niteliklerle bağdaşmayan eylemler, disiplin sorumluluğunu ve hatta meslekten ihracı gündeme getirebilir. Disiplin soruşturmaları ve cezaları HSK tarafından verilir. Anayasa’nın 139. maddesi, azlolunmazlık ilkesini koyduktan sonra istisnalarını saymıştır. Meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş olanlar, görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceği kesin olarak anlaşılanlar veya meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilenler hakkında kanundaki istisnalar saklıdır.

Hâkimlerin disiplin süreçleri ve meslekten ihraç halleri, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile düzenlenmiştir. Danıştay kararları, bu süreçte HSK’nın geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu göstermektedir. Meslekten çıkarma, yalnızca bir suçtan mahkûmiyet halinde değil, aynı zamanda “mesleğin şeref ve onurunu ve memuriyet nüfuz ve itibarını bozacak nitelikte” görülen fiiller için de uygulanabilen en ağır disiplin cezasıdır (Danıştay 5. Daire, E.2021/4734, K.2023/3254).

Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrası OHAL döneminde 667 sayılı KHK ile yapılan meslekten çıkarmalar, klasik disiplin sürecinden farklı bir hukuki niteliğe sahiptir. Danıştay’a göre bu işlemler, bir disiplin cezası değil, “…terör örgütleri ile millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan ‘olağanüstü tedbir’ niteliğindedir.” (Danıştay 5. Daire, E.2016/58575, K.2021/1211). Bu ayrım, özellikle maaş gibi özlük hakları açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. Disiplin soruşturması sürecinde görevden uzaklaştırılan bir hâkime maaşının yarısı ödenirken, KHK ile ihraç edilenlere bu ödeme yapılmamıştır. Bu durum, hâkimlik teminatının olağanüstü dönemlerde farklı yorumlanabildiğini göstermektedir.

Hâkimlikte Kariyer Basamakları ve Terfi Sistemi

Hâkimlik, bir kariyer mesleğidir ve mesleğe giren bir kişi, belirli kıdem ve liyakat koşullarını sağladıkça kariyer basamaklarında yükselebilir.

  • Sınıf ve Derece Sistemi: Hakimlik ve savcılık mesleği, dört sınıfa ayrılmaktadır. Bunlar sırasıyla, üçüncü sınıf, ikinci sınıf, birinci sınıfa ayrılma ve birinci sınıftır.” Hâkimlerin kıdemleri, bulundukları sınıf ve dereceye göre belirlenir. Bu sınıflar, hâkimlerin üstlenebilecekleri görevleri de (mahkeme başkanlığı, daire başkanlığı vb.) etkiler.
  • Terfi Kriterleri: Terfiler, kural olarak belirli sürelerde ve liyakat değerlendirmesi sonucunda HSK tarafından yapılır. Ancak sistemin objektifliği tartışmalıdır.

Hâkimlerin terfi ve meslekte ilerlemelerine ilişkin tüm özlük işleri, Anayasa’nın 140. maddesi uyarınca HSK’nın yetkisindedir ve kanunla düzenlenmek zorundadır. Anayasa Mahkemesi, bu konunun Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenmesini Anayasa’ya aykırı bularak iptal etmiştir (AYM, E.2018/118, K.2023/180). Bu karar, terfi sisteminin dahi yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatının bir parçası olarak görüldüğünü ve yürütmenin takdirine bırakılamayacağını ortaya koymaktadır. Ancak terfilerde hangi kriterlerin esas alındığı, sicil notlarının nasıl değerlendirildiği gibi uygulamaya yönelik detaylar bu kararların kapsamında yer almamaktadır.

Uygulamada Hâkim Atamaları ve Yer Değiştirme Sorunları

Hâkimlerin atamaları ve yer değiştirmeleri (nakil), HSK’nın en önemli yetkilerindendir ve hâkimlik teminatıyla doğrudan ilgilidir.

  • Atama Usulü: İlk atamalar, hâkim yardımcılığı sürecinin sonunda HSK tarafından kura ile yapılır. Sonraki atamalar ve yer değiştirmeler ise HSK kararıyla, hizmetin gerekleri, coğrafi bölgelerdeki hizmet süreleri ve hâkimin talepleri gibi faktörler dikkate alınarak gerçekleştirilir.
  • Yer Değiştirme Sorunları: Hâkimlerin sık sık ve istekleri dışında yer değiştirmeye tabi tutulmaları, hem mesleki hem de özel yaşamlarında istikrarı bozan önemli bir sorundur. Bu durum, bir “sürgün” aracı olarak kullanılma potansiyeli taşıdığı için hâkimlik teminatını zayıflatabilmektedir.
  • Kürsü Teminatı Sorunu: Daha önce de belirtildiği gibi, hâkimlerin rızaları olmadan savcılığa atanabilmeleri, en temel atama sorunlarından biridir. Hâkimin bu işlevini yerine getirebilmesi için kendi isteği dışında hâkimlik görevinden, savcılık görevi de dâhil olmak üzere, başka bir göreve atanmaması gerekir.

Anayasa Mahkemesi’nin eski tarihli kararları dahi, bu yetkinin yürütme organına devredilemeyeceğini net bir şekilde ortaya koymuştur. Örneğin, bir hâkimin rızası olmaksızın savcılığa atanmasına imkân tanıyan kanun hükmü, hâkimin mesleğini kaybetme endişesi taşımasının bağımsızlığını zedeleyeceği gerekçesiyle iptal edilmiştir. Yüksek Mahkeme bu durumu, “Bir hâkim, Adalet Bakanının teklifi üzerine … kendi mesleğini, isteğine bakılmaksızın terke mecbur tutulabilecekse, artık hâkimlik teminatının varlığı söz konusu edilemez” şeklinde ifade etmiştir (AYM, E.1963/125, K.1963/112).

Güncel bir Anayasa Mahkemesi kararı ise, adli ve idari yargı mensuplarının Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı kadrolarında görevlendirilmesine imkân tanıyan CBK hükmünü, hâkimlerin görev yerlerinin değiştirilmesinin münhasıran kanunla düzenlenmesi gerektiği gerekçesiyle iptal etmiştir (AYM, E.2018/118, K.2023/180). Uygulamada karşılaşılan bir başka sorun ise, hâkimin tarafsızlığını yitirdiği durumlarda yapılan yer değiştirmelerdir. 2802 sayılı Kanun’un 46. maddesi, “herhangi bir nedenle hakimlik ve savcılık mesleğinin gerekli kıldığı şeref veya tarafsızlıkla görev yapamayacakları … anlaşılanlar, isteklerine bakılmaksızın” başka bir yere atanabilirler hükmünü içermektedir. Bu hüküm, mesleğin itibarını korumayı amaçlasa da, uygulamada keyfi atamalara yol açma potansiyeli taşıyan bir sorun alanı olarak da görülebilir (Yargıtay 4. CD, E.2019/7454, K.2021/29698).

Hâkimlik Mesleğinde Geleceğe Yönelik Beklentiler ve Reformlar

Bu reformların en dikkat çekeni, Danıştay’ın hâkim adaylığı sözlü sınavlarının denetimine ilişkin içtihat değişikliğidir. Sınav sürecinde şeffaflık ve objektifliği sağlamaya yönelik getirilen yeni standartlar (soruların önceden hazırlanması, cevapların kaydedilmesi vb.), mesleğe girişte liyakatin güvence altına alınmasına yönelik önemli bir reform niteliğindedir (Danıştay 5. Daire, E.2024/35, K.2024/8998).

Bir diğer reform alanı, bilirkişilik kurumunun yeniden düzenlenmesidir. Yargı kararlarında sıklıkla eleştirilen, hâkimlerin hukuki konularda dahi bilirkişiye başvurma eğiliminin önüne geçmek amacıyla 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu’nun çıkarıldığı ve bu kanunla hâkimin yargı yetkisini devretmesinin engellenmesinin hedeflendiği görülmektedir (AYM, B.No: 2015/10393, 9/1/2019). HSK’nın yapısına ilişkin 2010 ve sonraki yıllarda yapılan anayasal ve yasal değişiklikler ve bunların Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenmesi de yargı bağımsızlığını güçlendirmeye yönelik reform çabaları olarak değerlendirilebilir. Ancak bu kararlar, mesleğin geleceğine dair vizyoner beklentilerden çok, mevcut anayasal ve yasal çerçeveyi korumaya ve uygulamadaki sorunları gidermeye odaklanmaktadır.

Aşağıdaki başlıklar ise genel olarak ifade edilebilecek beklentilerdir:

  • HSK’nın Yapısının Gözden Geçirilmesi: Yürütmenin Kurul üzerindeki etkisini azaltacak, üyelerinin seçiminde liyakati ve yargı mensuplarının temsilini güçlendirecek yapısal bir reform, en temel beklentilerden biridir.
  • Objektif Atama ve Terfi Kriterleri: Atama, nakil ve terfi süreçlerinde takdir yetkisini en aza indiren, şeffaf, öngörülebilir ve liyakat temelli objektif kriterlerin getirilmesi talep edilmektedir.
  • Kürsü Teminatının Sağlanması: Hâkimlerin rızaları olmaksızın savcılık gibi başka görevlere atanmalarını engelleyecek yasal düzenlemelerin yapılması, hâkimlik teminatının tam anlamıyla tesisi için zorunlu görülmektedir.
  • Disiplin Hukukunun Somutlaştırılması: Disiplin suçlarının ve cezalarının, özellikle meslekten çıkarmayı gerektiren hallerin, muğlak ifadelerden arındırılarak açık ve net bir şekilde kanunda tanımlanması gerekmektedir.
  • Uluslararası Standartlara Uyum: Avrupa Konseyi Danışma Konseyi’nin (CCJE) görüşlerine uyumlu olarak, hakimlerin göreve gelmesi, kariyer ilerlemesi, kıdem ve terfi işlemlerinin liyakate dayalı nesnel ölçütleri olması gerekmektedir. Geleceğe yönelik reformların bu gibi uluslararası standartlar ve iyi uygulama örnekleri dikkate alınarak yapılması beklenmektedir.

Sonuç

Yargı kararları, hâkimlik mesleğinin anayasal ve yasal temellerinin “bağımsızlık”, “tarafsızlık” ve “hâkimlik teminatı” üzerine kurulu olduğunu, bu ilkelerin korunmasında HSK’nın merkezi bir rol oynadığını göstermektedir. Hâkimin, hukuki uyuşmazlıkları çözme konusundaki asli ve devredilemez yetkisi, kararlarda istikrarlı bir şekilde vurgulanan en temel prensiptir. Bununla birlikte, kararlar aynı zamanda mesleğin uygulamada karşılaştığı ciddi sorunlara da işaret etmektedir. Hâkim adaylığı mülakatlarındaki objektiflik eksikliği, olağanüstü dönemlerde hâkimlik teminatının sınırlarının zorlanması ve atama/yer değiştirme süreçlerindeki hassasiyetler, mesleğin anayasal güvenceleri ile fiili durum arasındaki gerilimi ortaya koymaktadır. İncelenen kararlar bütünüyle değerlendirildiğinde, Türk yargı sisteminin, hâkimlik mesleğinin onurunu ve bağımsızlığını korumaya yönelik güçlü bir hukuki altyapıya sahip olmakla birlikte, bu ilkelerin uygulamada tam anlamıyla hayata geçirilmesi noktasında sürekli bir denetim ve reform ihtiyacı içinde olduğu sonucuna varılmaktadır.

Yorum yapın