Giriş
Avukat Fatih SEFER tarafından yazılan bu makale, hukuki işlemlerde şekil şartına ilişkin olarak sunulan Yargıtay, Bölge Adliye Mahkemesi ve İlk Derece Mahkemesi kararlarının incelenmesi neticesinde hazırlanmıştır. Makalemiz, Türk iç hukuku ve milletlerarası özel hukuk perspektifinden şekil serbestisi ilkesi, bu ilkenin istisnaları, şekle aykırılığın hukuki sonuçları ve bu sonuçların dürüstlük kuralı çerçevesinde sınırlandırılması gibi temel meseleleri ele almaktadır. Makalemiz hem ulusal mevzuatın katı uygulamasını hem de uluslararası uyuşmazlıklarda benimsenen esnek ve işlemi ayakta tutmaya yönelik (favor negotii) yaklaşımı ortaya koymaktadır.
MÖHUK m.7 Hukuki İşlemlerde Şekil
5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un (MÖHUK) 7. maddesi, yabancılık unsuru taşıyan hukuki işlemlerin şekil geçerliliğine ilişkin temel kanunlar ihtilafı kuralını düzenlemektedir. Bu madde, katı bir şekil kuralı dayatmak yerine, hukuki işlemin geçerliliğini ayakta tutmayı amaçlayan (favor negotii) esnek ve alternatifli bir çözüm sunar. Yargıtay kararlarında da istikrarlı bir şekilde vurgulandığı üzere, bu maddeye göre bir hukuki işlem, iki farklı hukuk düzeninden birinin öngördüğü şekle uygun yapılmışsa geçerli kabul edilir. Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 2016/13302 E., 2017/5712 K. sayılı kararında bu ilke, “Hukukî işlemler, yapıldıkları ülke hukukunun veya o hukukî işlemin esası hakkında yetkili olan hukukun maddî hukuk hükümlerinin öngördüğü şekle uygun olarak yapılabilir.” şeklinde alıntılanmıştır.
Bu düzenleme, bir işlemin şeklen geçerli sayılabilmesi için ya yapıldığı yerin hukukuna (lex loci actus) ya da o işlemin esasına uygulanacak hukuka (lex causae) uygun olmasının yeterli olduğunu ortaya koyar. Örneğin, Almanya’da Alman hukukuna uygun olarak düzenlenen bir vasiyetname, Türk hukukundaki şekil şartlarını taşımasa dahi Türkiye’de geçerli kabul edilir. Bu kural, özellikle ölüme bağlı tasarruflar için MÖHUK’un 20. maddesiyle daha da genişletilmiş ve ölenin milli hukukuna uygun şekilde yapılan işlemlerin de geçerli olacağı hükme bağlanmıştır. Yargıtay 7. Hukuk Dairesi’nin 2022/1896 E., 2023/4494 K. sayılı kararında belirtildiği gibi, “Bu üç seçimli şekil kuralından amaç, ölenin son arzularının sonucu olan işlemin geçerliliğini sağlamaktır”.
Hukuki İşlemlerde Şekil Serbestisi Nedir?
Hukuki işlemlerde şekil serbestisi, borçlar hukukumuzun temel prensibidir ve tarafların iradelerini diledikleri şekilde açıklayarak hukuki sonuç doğuran işlemler yapabilmelerini ifade eder. Bu ilke, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 12. maddesinin 1. fıkrasında, “Sözleşmenin geçerliliği, kanunda aksi öngörülmedikçe, hiçbir şekle bağlı değildir” şeklinde açıkça düzenlenmiştir. İncelenen birçok ilk derece ve Yargıtay kararında bu hükme atıf yapılarak, kuralın şekil serbestisi olduğu vurgulanmıştır (Bursa 1. Asliye Ticaret Mahkemesi, 2018/1663 E., 2022/236 K.; İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesi, 2021/206 E., 2023/95 K.). Bu ilke uyarınca, kanunda özel bir geçerlilik şartı öngörülmeyen eser, hizmet, franchise veya ardiye gibi sözleşmeler, sözlü olarak veya zımni irade beyanlarıyla dahi kurulabilir.
Ancak şekil serbestisi mutlak değildir. Kanun koyucu; ispat kolaylığı sağlamak, tarafları düşünmeye sevk etmek, hukuki güvenliği temin etmek ve üçüncü kişilerin haklarını korumak gibi amaçlarla bu ilkeye önemli istisnalar getirmiştir. Taşınmaz satışı ve satış vaadi, kefalet sözleşmesi, miras taksim sözleşmesi, cari hesap sözleşmesi gibi işlemler, kanun tarafından belirli bir şekle (resmi şekil, yazılı şekil vb.) tabi tutulmuştur. Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu’nun 2023/1344 E., 2025/138 K. sayılı kararında da belirtildiği gibi, bu şekil şartları ancak kanunla getirilebilir; idarenin tebliğ gibi ikincil düzenlemelerle kanunda olmayan bir şekil şartı ihdas etmesi normlar hiyerarşisine aykırıdır.
Yabancı Hukuka Göre Yapılan Sözleşmeler Türkiye’de Geçerli midir?
Evet, yabancı bir ülkede o ülke hukukuna uygun olarak yapılan sözleşmeler, MÖHUK’un 7. maddesi uyarınca Türkiye’de şeklen geçerli kabul edilir. Bu ilke, kanunlar ihtilafı hukukunun temel taşlarından biridir ve uluslararası ticari ve hukuki ilişkilerin akıcılığını sağlamayı hedefler. Yargıtay’ın yabancı ülkelerde düzenlenen vasiyetnamelere ilişkin kararları bu prensibin en net uygulama alanını oluşturmaktadır. Örneğin, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2020/398 E., 2020/8049 K. sayılı kararında, Fransız vatandaşı murisin Fransa’da düzenlediği el yazılı vasiyetnamenin şekli geçerliliğinin Türk Medeni Kanunu’na göre değil, vasiyetçinin milli hukuku olan Fransız hukukuna göre incelenmesi gerektiği belirtilmiştir. Kararda, “iptali istenen vasiyetnamenin Fransız Hukukuna uygun düzenlenmesi halinde geçerli olacağı açıktır.” tespiti yapılarak, yabancı hukuka uygunluğun yeterli olduğu hüküm altına alınmıştır.
Aynı şekilde, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2022/12617 E., 2023/8493 K. sayılı kararı, iş sözleşmelerinde tarafların yabancı bir hukuku (somut olayda Rusya hukuku) seçebileceğini ve bu seçimin geçerli olduğunu vurgulamıştır. Kararda, “taraflar arasında imzalanan yurt dışı … sözleşmesinin bağlayıcı ve geçerli olduğu sonucuna varılması gerekir.” denilerek, tarafların iradesine ve yabancı hukuka yapılan atfa üstünlük tanınmıştır. Yabancı hukuka göre yapılan bir sözleşmenin Türkiye’de geçerli sayılmasının tek istisnası, o sözleşmenin veya sonucunun Türk kamu düzenine açıkça aykırı olmasıdır.
Şekle Uygunluk Hangi Hukuka Göre Belirlenir?
Yabancılık unsuru taşıyan bir hukuki işlemde şekle uygunluğun hangi hukuka göre belirleneceği, MÖHUK’un 7. maddesi ve ilgili özel hükümler çerçevesinde tespit edilir. Bu düzenlemeler, taraflara ve mahkemelere seçimlik bir hak tanımaktadır. Buna göre şekle uygunluk;
- İşlemin Yapıldığı Yer Hukukuna (Lex Loci Actus) Göre: Bu, en temel ve yaygın kuraldır. Bir işlem, yapıldığı ülkenin kanunlarının aradığı şekil şartlarına uygunsa, başka bir ülkede de geçerli kabul edilir. Yargıtay 7. Hukuk Dairesi’nin 2022/1896 E., 2023/4494 K. sayılı kararında, Almanya’da bir Alman vatandaşı tarafından düzenlenen vasiyetnamenin, yapıldığı yer olan Alman hukukuna uygun olması nedeniyle Türkiye’de geçerli sayılması bu kuralın doğrudan bir uygulamasıdır.
- İşlemin Esasına Uygulanacak Hukuka (Lex Causae) Göre: Taraflar, işlemin esasına uygulanacak hukuku seçmişlerse veya kanunlar ihtilafı kuralları gereği işlemin esasına belirli bir hukuk uygulanıyorsa, o hukukun öngördüğü şekil şartlarına uymak da işlemi geçerli kılar.
- Özel Durumlarda Ek Seçeneklere Göre: Özellikle ölüme bağlı tasarruflar gibi hassas konularda kanun koyucu ve uluslararası sözleşmeler ek seçenekler sunmuştur. MÖHUK m. 20/2 uyarınca, “Ölenin millî hukukuna uygun şekilde yapılan ölüme bağlı tasarruflar da geçerlidir.” (Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, 2022/6274 E., 2022/8937 K.). Ayrıca, Türkiye’nin taraf olduğu 1961 tarihli La Haye Sözleşmesi, vasiyetçinin vatandaşlığı, ikametgâhı, mutat meskeni gibi birçok farklı hukuk sistemine göre yapılan vasiyetnameleri geçerli kabul ederek seçenekleri daha da artırmaktadır.
Hukuki İşlemlerde Şekil Hangi Durumlarda Türk Hukukuna Tabi Olur?
Hukuki işlemlerde şeklin Türk hukukuna tabi olduğu birkaç temel durum söz konusudur:
- Yabancılık Unsuru Taşımayan İşlemler: Tarafları Türk olan ve Türkiye’de yapılan, konusu Türkiye’de bulunan hukuki işlemler doğal olarak Türk hukukunun şekil kurallarına tabidir. İncelenen kararların büyük çoğunluğu (taşınmaz satışı, kefalet, miras taksimi vb.) bu kategoriye girmektedir.
- Türkiye’de Yapılan İşlemler (Lex Loci Actus Kuralı): Yabancı taraflar arasında dahi olsa, bir hukuki işlem Türkiye’de yapılıyorsa, MÖHUK m. 7 uyarınca Türk hukukunun öngördüğü şekil şartlarına uyularak geçerli bir şekilde kurulabilir.
- Esasa Uygulanacak Hukukun Türk Hukuku Olması: Kanunlar ihtilafı kuralları gereği işlemin esasına Türk hukuku uygulanıyorsa (örneğin, Türkiye’deki bir taşınmaza ilişkin ayni hak devri), bu durumda işlemin şekli de Türk hukukuna göre belirlenebilir.
- Tarafların Seçimi: Yabancılık unsuru taşıyan bir sözleşmede taraflar, uygulanacak hukukun Türk hukuku olduğunu kararlaştırmışlarsa, şekil şartları da bu seçime göre belirlenebilir.
- MÖHUK Kapsamında Alternatif Olarak Türk Hukukunun Uygulanması: Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2023/1587 E., 2023/1934 K. sayılı kararında olduğu gibi, Fransa’da vasiyetname düzenleyen mirasbırakanın aynı zamanda Türk vatandaşı olması nedeniyle, mahkeme vasiyetnamenin şeklini MÖHUK’un tanıdığı seçimlik hak uyarınca milli hukuk olan Türk hukukuna göre incelemiş ve geçerli kabul etmiştir. Bu durum, işlemin geçerliliğini sağlayacak hukukun tatbik edilmesi ilkesinin bir yansımasıdır.
Yabancı Hukuka Göre Geçerli Olan İşlemler Türkiye’de Nasıl Tanınır?
Yabancı hukuka göre geçerli olan hukuki işlemler, Türkiye’de MÖHUK’ta belirtilen kanunlar ihtilafı kuralları çerçevesinde tanınır. Bu tanıma, genellikle bir dava veya uyuşmazlık kapsamında, Türk mahkemesinin önündeki meseleyi çözerken yabancı hukuka uygun olarak yapılmış işlemin hukuki sonuçlarını kabul etmesi şeklinde gerçekleşir. Süreç şu şekilde işler:
- Yetkili Hukukun Tespiti: Mahkeme, öncelikle MÖHUK kurallarına göre işlemin şekline hangi hukukun uygulanacağını tespit eder (MÖHUK m. 7, 20 vb.).
- Yabancı Hukukun İçeriğinin Araştırılması: MÖHUK’un 2. maddesi uyarınca, hâkim yabancı hukuku re’sen (kendiliğinden) uygulamakla yükümlüdür. Bu kapsamda mahkeme, yabancı hukukun ilgili hükümlerinin içeriğini tespit etmelidir. Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 2016/13302 E., 2017/5712 K. sayılı kararı, bu tespitin nasıl yapılması gerektiği konusunda önemli bir yol haritası çizmektedir. Karara göre, mahkeme öncelikle Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’ne başvurmalı, gerekirse uluslararası sözleşmelerden veya uzman bilirkişilerden yararlanmalıdır.
- Uygulama ve Karar: Mahkeme, tespit ettiği yabancı hukuk kuralını somut olaya uygulayarak işlemin şeklen geçerli olup olmadığına karar verir. Eğer işlem, yetkili yabancı hukuka uygun ise, Türk mahkemesi bu işlemi geçerli kabul ederek hükmünü tesis eder. Örneğin, yabancı hukuka uygun bir vasiyetnameye dayanarak açılan bir tenkis veya tapu iptal tescil davasında, vasiyetnamenin şeklen geçerli olduğu kabul edilerek davanın esası incelenir.
İrade Serbestisi ile Şekil Zorunluluğu Arasındaki Denge
İrade serbestisi, sözleşme hukukunun temel taşı olup tarafların diledikleri içerikte sözleşme yapabilmelerini ifade eder. Şekil serbestisi de bu ilkenin bir uzantısıdır. Ancak kanun koyucu, zayıf tarafı korumak, hukuki güvenliği sağlamak, ispatı kolaylaştırmak ve kamu yararını gözetmek gibi amaçlarla bazı durumlarda irade serbestisini şekil zorunluluğu ile sınırlar. İncelenen kararlar, bu denge arayışının somut örneklerini sunmaktadır. Örneğin, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2011/528 E., 2011/571 K. sayılı kararında, taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin noter huzurunda düzenleme şeklinde yapılması zorunluluğu, tarafların aceleci ve düşünülmemiş kararlar almasını önlemeye yönelik bir denge unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu dengenin en kritik noktası, şekle aykırılığın sonuçlarının dürüstlük kuralı ile yumuşatılmasıdır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2023/388 E., 2024/270 K. sayılı kararında atıf yapılan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 30.09.1988 tarihli ve 1987/2 E., 1988/2 K. sayılı kararı, bu dengeyi kuran en önemli içtihattır. Bu karara göre, şeklen geçersiz bir sözleşmeye dayanarak taraflar edimlerini büyük ölçüde ifa etmişlerse, sonradan şekil eksikliğini ileri sürerek sözleşmeden dönmek hakkın kötüye kullanılmasıdır. Bakırköy 7. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2020/236 E., 2024/274 K. sayılı kararında da bu ilkeye dayanarak, bedeli ödenmiş ve fiilen teslim edilmiş taşınmazın harici satışına dayalı tescil talebi kabul edilmiştir. Bu durum, irade serbestisinin fiiliyata döküldüğü ve güven ilişkisinin oluştuğu durumlarda, katı şekilciliğin geri adım atabildiğini göstermektedir.
Uluslararası Sözleşmelerde Şekil Uyuşmazlıkları Nasıl Çözülür?
Uluslararası sözleşmelerde şekil uyuşmazlıkları, öncelikle o sözleşmenin kendi hükümleri veya atıf yaptığı genel kabul görmüş uluslararası prensipler çerçevesinde çözülür. Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir ve temel hak ve özgürlüklere ilişkin olanlarda kanunlarla çelişki durumunda andlaşma hükümleri esas alınır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1998/256 E., 1998/279 K. sayılı kararı, bu prensibin en somut örneklerinden birini teşkil etmektedir. Bu kararda, yabancı bir hakem kararının tenfizi sürecinde, davalı tarafın imzalı bir tahkim sözleşmesi olmadığı gerekçesiyle iç hukuktaki şekil şartının (HUMK m. 517) ihlal edildiğini ileri sürmesine rağmen, Yargıtay, Türkiye’nin taraf olduğu New York Sözleşmesi’ni esas almıştır.
Yüksek Mahkeme, New York Sözleşmesi’nin 2. maddesinde yer alan ve “yazılı anlaşma terimiyle karşılıklı olarak gönderilen mektup veya telgraflarda bulunan veya taraflarca imzalanmış mukaveleler içine konan hakem şartı veya bir hakem mukavelesi anlaşıldığını” belirten hükmü uygulamıştır. Bu yorumla Yargıtay, taraflar arasındaki yazışmaların ve uluslararası bir kuruluşun (FOSFA) kurallarına yapılan atfın, imzalı tek bir belge olmasa dahi “yazılı şekil” şartını karşıladığına hükmetmiştir. Bu karar, uluslararası ticarette şekil şartlarının, iç hukuktaki katı kurallardan daha esnek yorumlandığını ve uyuşmazlığın çözümünde taraf iradesini ve uluslararası teamülleri gözeten uluslararası sözleşme hükümlerinin öncelikli olduğunu göstermektedir.
Noter İşlemleri, Evlilik ve Vasiyetnamelerde Şekil Sorunu
MÖHUK m. 7 genel bir kural olmakla birlikte, kanunda bazı özel hukuki ilişkiler için özel kanunlar ihtilafı kuralları öngörülmüştür. Noter işlemleri, evlilik ve vasiyetnameler bu özel düzenlemelerin tipik örnekleridir.
- Noter İşlemleri: Noterlik Kanunu ve ilgili diğer mevzuat, Türkiye’de yapılacak noter işlemlerinin şeklini düzenler. Yabancı ülkelerde yapılan noter işlemleri ise, genellikle yapıldıkları ülke hukukuna (lex loci actus) uygun olmaları halinde Türkiye’de geçerli kabul edilir (Lahey Apostil Sözleşmesi gibi uluslararası anlaşmalar bu tanımayı kolaylaştırır).
- Evlilik: Evliliğin şekli, MÖHUK m. 13/2’de özel olarak düzenlenmiştir. Buna göre evlilik, yapıldığı ülke hukukuna veya evlenen tarafların milli hukuklarından birine uygun şekilde yapılmışsa geçerlidir. Bu da MÖHUK m. 7’deki genel kurala benzer, işlemi ayakta tutmayı amaçlayan alternatifli bir yapıdır.
- Vasiyetnameler: Ölüme bağlı tasarrufların şekli, MÖHUK m. 20/4’te ve Türkiye’nin de taraf olduğu “Vasiyet Tasarruflarının Şekline İlişkin Kanunlar İhtilafı Hakkında Lahey Sözleşmesi”nde çok daha geniş alternatiflerle düzenlenmiştir. Bu düzenlemelere göre vasiyetname; yapıldığı yer hukukuna, mirasbırakanın vatandaşlığına, ikametgâhına veya taşınmazlar için taşınmazın bulunduğu yer hukukuna uygun olarak yapılmışsa geçerli kabul edilir. Bu geniş yelpaze, mirasbırakanın son arzularının şekil eksikliği nedeniyle geçersiz kalmasını önlemeyi hedefler.
Bu özel düzenlemeler, MÖHUK m. 7’nin genel kuralını o alan için geçersiz kılar ve öncelikli olarak uygulanır.
Şekil Geçersizliği Durumunda Hukuki Sonuçlar Nelerdir?
Türk hukukunda, kanunda öngörülen geçerlilik şekline uyulmamasının yaptırımı kural olarak “kesin hükümsüzlük”tür (butlan). Kesin hükümsüz bir işlem, yapıldığı andan itibaren hiçbir hukuki sonuç doğurmaz ve bu durum hakim tarafından re’sen dikkate alınır. Taraflar, bu işlem nedeniyle birbirlerine verdiklerini sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri isteyebilirler.
Ancak yabancılık unsurlu bir uyuşmazlıkta, şekle aykırılığın sonuçlarının hangi hukuka göre belirleneceği de bir kanunlar ihtilafı sorunudur. Hukuki işlemlerin şekline uygulanacak hukukun kapsamına, bir işlemin herhangi bir şekil kuralına tabi olup olmadığı, işlem şekil kuralına tabi ise şekil şartlarının neler olduğu ve şekle aykırılığın hukuki sonuçları dahildir. Bu durumda, eğer işlem hem yapıldığı yer hukukuna hem de esasa uygulanacak hukuka göre şeklen geçersizse, yaptırımın belirlenmesinde de bir sorun ortaya çıkar. Örneğin, bir hukuk mutlak butlan, diğeri ise nisbi butlan (iptal edilebilirlik) öngörüyor olabilir. Bu durumda, işlemi ayakta tutma ilkesi (favor negotii) gereği, taraflar için daha hafif sonuçlar doğuran hukukun yaptırımının uygulanması gerektiği savunulmaktadır. Bu yaklaşım, MÖHUK m. 7’nin ruhuna daha uygun düşmektedir.
Türk hukukunda kanunun aradığı geçerlilik şekline uyulmamasının hukuki sonuçları oldukça ağır ve kesindir:
- Kesin Hükümsüzlük (Mutlak Butlan): Şekle aykırı işlem, baştan itibaren hiçbir hukuki sonuç doğurmaz; yani ölü doğmuş sayılır. Bursa 1. Asliye Ticaret Mahkemesi kararında alıntılanan TBK 12/2 hükmü bu sonucu, “Öngörülen şekle uyulmaksızın kurulan sözleşmeler hüküm doğurmaz” şeklinde ifade eder.
- Re’sen Dikkate Alınma: Şekil eksikliği, kamu düzenine ilişkin kabul edildiğinden, taraflar bu durumu ileri sürmese dahi hâkim tarafından yargılamanın her aşamasında kendiliğinden dikkate alınır. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 2012/3573 E., 2012/5638 K. sayılı kararında, “Kanunda öngörülen şekil şartı emredici nitelikte olduğundan, hakim şekil noksanlığını her safhada resen gözönüne almak zorundadır.” denilmektedir.
- İfa Talebinde Bulunulamaması: Geçersiz bir sözleşmeye dayanılarak taraflar birbirlerinden edimlerin ifasını talep edemezler. Örneğin, harici satılan bir taşınmazın tescili istenemez.
- Müspet Zararın Talep Edilememesi: Sözleşme geçerli olsaydı elde edilecek olan kâr mahrumiyeti, kira kaybı gibi müspet zararlar talep edilemez. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 2022/3304 E., 2023/3292 K. sayılı kararında, “Sözleşmenin geçersiz olması sebebiyle tarafların müspet zarar kapsamında gelir kaybı talep etmeleri mümkün olmayıp, davanın reddine karar verilmesi gerekirken…” denilerek bu ilke netleştirilmiştir.
- Verilenlerin İadesi: Taraflar, geçersiz sözleşme uyarınca birbirlerine verdikleri edimleri sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri isteyebilirler. Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi’nin 2022/2299 E., 2024/117 K. sayılı kararında belirtildiği gibi, “Taraflar verdiklerini sebepsiz zenginleşme kurallarına göre geri isteyebilir.”
Yargıtay Kararları Işığında Şekil Şartı Uyuşmazlıkları
Yargıtay, MÖHUK m. 7’nin lafzına ve ruhuna uygun olarak, “favor negotii” ilkesini benimseyecektir. Yüksek Mahkeme, önüne gelen bir uyuşmazlıkta, yabancılık unsuru taşıyan bir işlemin şekil geçerliliğini incelerken, işlemin yapıldığı yer hukuku (lex loci actus) ile esasa uygulanacak hukuktan (lex causae) herhangi birine uygun olmasını yeterli görür. Özellikle uluslararası ticari sözleşmelerde, tarafların şekil şartlarındaki farklılıklar nedeniyle mağdur olmasını engelleyici, esnek ve işlemi ayakta tutmaya yönelik kararlar verir. Bununla birlikte, Türkiye’deki taşınmazların devri gibi kamu düzeniyle yakından ilgili konularda, Yargıtay’ın Türk hukukunun emredici şekil kurallarını “doğrudan uygulanan kural” olarak kabul ederek MÖHUK m. 7’nin alternatiflerini uygulamama eğilimindedir.
Türk hukukunda Yargıtay’ın şekil şartı uyuşmazlıklarına yaklaşımı ikili bir karakter sergilemektedir. Bir yandan, kanunun emrettiği şekil kurallarının birer geçerlilik şartı olduğunu ve kamu düzenini ilgilendirdiğini vurgulayarak bu kuralları katı bir şekilde uygulamaktadır. Özellikle taşınmaz devri, kefalet ve miras taksimi gibi konularda şekle aykırılığı re’sen dikkate alarak sözleşmeleri geçersiz saymaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2020/457 E., 2022/1431 K. sayılı kefalet sözleşmesine ilişkin kararında, “Kefalet sözleşmesinin şekle aykırılık nedeniyle hükümsüzlüğünü hâkimin re’sen göz önünde tutması gerekir” denilerek bu katı tutum teyit edilmiştir.
Diğer yandan Yargıtay, şekilciliğin adaletsizliğe yol açtığı durumlarda TMK m. 2’deki dürüstlük kuralını bir “supap” olarak kullanmaktadır. Bakırköy 5. Asliye Ticaret Mahkemesi kararında atıf yapılan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun E. 1987/2, K. 1988/2 sayılı kararı bu yaklaşımın temelini oluşturur. Bu içtihada göre, “hukukun her alanında uygulanma niteliğine sahip olan hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının; şekle aykırılığı ileri sürme hakkı için de bir sınır teşkil ettiği” kabul edilmiştir. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 2021/122 E., 2021/4895 K. sayılı kararında da, edimlerin tam olarak ifa edildiği bir miras taksim sözleşmesinde sonradan şekil eksikliğinin ileri sürülmesinin hakkın kötüye kullanılması olacağı belirtilmiştir. Bu kararlar, Yargıtay’ın kanunun lafzı ile hukukun genel ilkeleri arasında hakkaniyete uygun bir denge kurma çabasını göstermektedir.
Elektronik Ortamda Yapılan İşlemler ve Şekil Geçerliliği
Elektronik ortamda yapılan işlemlerin şekil geçerliliği, temel olarak “şekil serbestisi” ilkesi çerçevesinde değerlendirilir. Kanunun adi yazılı veya resmi şekil gibi özel bir geçerlilik şartı aramadığı durumlarda, sözleşmeler elektronik ortamda da geçerli bir şekilde kurulabilir. Türk Hukukunda şekil serbestisi hakim prensiptir. Elektronik ortamda da özel şekil şartı gerektirmeyen tüm sözleşmeler akdedilebilecektir. Kanunun “yazılı şekil” aradığı durumlarda ise, 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu uyarınca “güvenli elektronik imza” ile atılmış imzalar, elle atılmış imzanın bütün hukuki sonuçlarını doğurur. Dolayısıyla, yazılı şekle tabi bir sözleşme, güvenli elektronik imza kullanılarak elektronik ortamda geçerli bir şekilde yapılabilir.
Yabancılık unsuru taşıyan elektronik sözleşmelerde ise MÖHUK m. 7 devreye girer. Bu durumda “işlemin yapıldığı yer” kavramının tespiti zorluk yaratabilir. Doktrinde bu konuda farklı görüşler (tarafların bulunduğu yerler, sunucunun bulunduğu yer vb.) olmakla birlikte, lex causae (esasa uygulanacak hukuk) alternatifi, bu tür belirsizlikleri aşmada önemli bir rol oynar. Tarafların seçtiği hukukun veya objektif olarak bağlanan hukukun elektronik işlemlere ilişkin şekil kurallarına uyulması, işlemi geçerli kılacaktır.
Şekil Şartlarının Kamu Düzeniyle İlişkisi Var mı?
Evet, şekil şartlarının kamu düzeniyle yakın bir ilişkisi vardır. Her şekil şartı kamu düzeninden sayılmasa da, bazı temel şekil kuralları, bir hukuk sisteminin temel değerlerini, zayıf tarafı koruma amacını ve toplumsal yapıyı koruma işlevi görür. Bu tür şekil kuralları, “doğrudan uygulanan kural” veya “müdahaleci norm” olarak nitelendirilir ve MÖHUK’un genel kanunlar ihtilafı kurallarını bertaraf eder.
Örneğin, Türkiye’deki taşınmazların mülkiyetinin devrinin tapu sicil müdürlüklerinde resmi senetle yapılması zorunluluğu (TMK m. 706, Tapu K. m. 26), sadece tarafları değil, aynı zamanda devletin toprak üzerindeki kontrolünü, aleniyeti ve üçüncü kişilerin haklarını koruyan bir kamu düzeni kuralıdır. Bu nedenle, yabancı bir ülkede o ülke hukukuna göre geçerli bir şekilde adi yazılı olarak yapılan bir sözleşmeyle Türkiye’deki bir taşınmazın devredilmesi mümkün değildir. Türk mahkemesi, bu durumda MÖHUK m. 7’yi uygulamayarak doğrudan Türk hukukunun emredici şekil kuralını esas alacaktır.
Dolayısıyla, bir şekil kuralının kamu düzeniyle ilişkili olup olmadığı, o kuralın getiriliş amacı ve koruduğu menfaatin niteliğine göre belirlenir.
Türk hukukunun uygulandığı uyuşmazlıklarda şekle ilişkin mahkeme değerlendirmeleri şöyledir: Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 2022/3304 E., 2023/3292 K. sayılı kararında, “Yasa hükümlerinin öngördüğü biçimde yapılmayan sözleşmeler hukuken geçersizdir; burada öngörülen şekil, sözleşmenin geçerlilik koşulu olup, kamu düzenine ilişkindir.” ifadesiyle net bir şekilde kurulmuştur.
Kamu düzeniyle olan bu ilişki, özellikle şu alanlarda kendini gösterir:
- Taşınmaz Mülkiyeti: Tapu sicilinin aleniyeti ve güvenilirliğinin sağlanması, devletin ayni haklar üzerindeki kontrolü kamu düzeninin bir gereğidir. Bu nedenle taşınmaz devrine ilişkin şekil şartları emredicidir. (Yargıtay HGK, 2023/388 E., 2024/270 K.)
- Aile Hukuku: Ailenin korunması ve aile bireylerinin mali geleceğinin güvence altına alınması amacıyla getirilen kurallar kamu düzenindendir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesi’nin 2020/1488 E., 2022/507 K. sayılı kararında, kefalet sözleşmesindeki “eş rızası” şartının ailenin ve toplumun temelini koruma amacı taşıdığı ve bu nedenle kamu düzenini ilgilendirdiği sonucuna varılmıştır.
- Miras Hukuku: Mirasçıların haklarının korunması ve murisin son arzularının doğru bir şekilde tespit edilmesi kamu düzeniyle ilgilidir.
- Zayıf Tarafın Korunması: Kefalet gibi işlemlerde, tecrübesiz veya zayıf durumda olan tarafı korumak amacıyla getirilen şekil şartları da kamu düzeni mülahazalarına dayanır.
5718 Sayılı Kanun’un 7. Maddesi Kapsamında Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar
MÖHUK m. 7, esnek yapısıyla birçok sorunu çözse de, uygulamada bazı zorluklar ortaya çıkabilmektedir:
- Lex Causae’nın Tespiti Sorunu: Bir sözleşmenin şekil geçerliliği, genellikle esasa ilişkin bir uyuşmazlıktan önce veya onunla birlikte gündeme gelir. Henüz esasa uygulanacak hukuk (lex causae) tam olarak tespit edilmeden, o hukukun şekil kurallarına uygunluğun denetlenmesi bir kısırdöngüye yol açabilir.
- “Doğrudan Uygulanan Kural”ın Tespiti: Hangi şekil kuralının MÖHUK m. 7’yi devre dışı bırakacak nitelikte bir “doğrudan uygulanan kural” olduğunun tespiti her zaman kolay değildir. Bu konuda kanunda açık bir liste olmadığından, yorum ve takdir hakime aittir, bu da öngörülebilirliği azaltabilir.
- Şekle Aykırılığın Sonuçlarındaki Farklılıklar: İşlemin her iki yetkili hukuka göre de geçersiz olduğu durumlarda, bu hukukların şekle aykırılığa bağladığı sonuçlar farklı olabilir (örn. mutlak butlan vs. iptal edilebilirlik). Hangi hukukun yaptırımının uygulanacağı maddede açıkça düzenlenmemiştir. Doktrin, favor negotii gereği lehe olanın uygulanmasını önerse de, bu durum uygulamada tereddütlere yol açabilir.
- Hileli Bağlanma (Fraus Legis): Tarafların, kendi milli hukuklarındaki veya esasa uygulanacak hukuktaki katı şekil şartlarından kaçmak için bilinçli olarak daha esnek kurallara sahip bir ülkede işlemi yapmaları durumu. MÖHUK m. 7’nin taraflara bu imkânı tanıdığı ve bu nedenle hileli bağlanma yaptırımının uygulanmasının zordur.
Türk mahkemelerinin yabancı hukukun içeriğini tespit etme sürecinde zorluklar yaşamaktadır. Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 2016/13302 E., 2017/5712 K. sayılı kararı bu sorunu açıkça ortaya koymaktadır. Kararda, yerel mahkemenin Alman hukukunun içeriğini tespit etmek için uzmanlığı belirsiz bir bilirkişiye başvurması hatalı bulunmuştur. Yargıtay, MÖHUK m. 2 uyarınca hâkimin yabancı hukuku re’sen uygulamakla yükümlü olduğunu ve bu hukukun içeriğini tespit için öncelikle Adalet Bakanlığı gibi resmi kanallara başvurması gerektiğini belirtmiştir. Bu durum, hâkimlerin yabancı hukuka erişim ve doğru yorumlama konusunda yeterli donanıma sahip olmamasının veya usulü yolları bilmemesinin, adil yargılanma sürecini geciktirebilen veya hatalı kararlara yol açabilen bir sorun olduğunu göstermektedir.
Bir diğer potansiyel sorun ise, farklı hukuk sistemlerinin şekil anlayışları arasındaki yorum farklılıklarıdır. Özellikle “yazılı şekil” gibi kavramların Anglo-Sakson ve Kıta Avrupası hukuk sistemlerindeki karşılıkları farklılık gösterebilir. Yargıtay’ın New York Sözleşmesi’ni yorumladığı Hukuk Genel Kurulu kararında olduğu gibi, “yazılı anlaşma” kavramının mektup ve telgrafları da kapsayacak şekilde geniş yorumlanması, bu tür yorum farklılıklarının uluslararası sözleşmeler yoluyla nasıl aşılabileceğine bir örnek teşkil etmektedir.
Hukuki İşlemlerde Şekil: Ulusal ve Uluslararası Yorum Farklılıkları
Analiz edilen kararlar, hukuki işlemlerde şekil şartının yorumlanmasında ulusal ve uluslararası hukuk arasında belirgin bir perspektif farkı olduğunu göstermektedir.
- Ulusal Yorum: Türk iç hukukuna ilişkin kararlarda, kanunda öngörülen şekil şartları (özellikle taşınmaz devri, kefalet vb.) katı bir şekilde yorumlanma eğilimindedir. Şekil, bir “geçerlilik (sıhhat)” koşulu olarak görülmekte ve ihlali, kamu düzenine aykırılık teşkil eden “kesin hükümsüzlük” ile sonuçlanmaktadır. Bu yaklaşımın temelinde hukuki güvenlik, ispat kolaylığı ve devletin belirli hukuki işlemleri denetim altında tutma amacı yatmaktadır. Bu katı yorum, yalnızca TMK m. 2’deki dürüstlük kuralı ile istisnai durumlarda esnetilmektedir.
- Uluslararası Yorum: Yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklarda ise Yargıtay, MÖHUK ve uluslararası sözleşmelerin ruhuna uygun olarak daha esnek ve işlemi ayakta tutmaya yönelik (favor negotii) bir yorum benimsemektedir. MÖHUK m. 7’nin alternatifli yapısı, bir işlemin tek bir hukuk sisteminin katı şekil kurallarına takılıp geçersiz kalmasını önlemeyi amaçlar. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun tahkim şartına ilişkin 1998 tarihli kararında, New York Sözleşmesi’nin lafzı ve amacı gözetilerek “yazılı şekil” şartının geniş yorumlanması, uluslararası ticaretin gereklerine ve taraf iradelerine öncelik verildiğini göstermektedir. Bu yaklaşım, ulusal hukukun korumacı ve katı yapısına karşın, uluslararası hukukun daha liberal, esnek ve ticari hayatın akışını kolaylaştırıcı bir yorum benimsediğini ortaya koymaktadır.
Sonuç
Hukuki işlemlerde şekil şartı, basit bir usul kuralı olmanın ötesinde, hukuki güvenliği, kamu düzenini ve taraf menfaatlerini koruyan temel bir müessesedir. Türk iç hukukunda, kanunun emrettiği şekil şartlarına uyulmaması kural olarak kesin hükümsüzlük gibi ağır bir yaptırımla karşılanmakta ve bu durum Yargıtay tarafından istikrarlı bir şekilde uygulanmaktadır. Ancak bu katı kural, hakkın kötüye kullanılması yasağı ile dengelenerek hakkaniyete aykırı sonuçların önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Milletlerarası özel hukuk alanında ise, MÖHUK ve uluslararası sözleşmelerin etkisiyle, katı şekilcilikten uzaklaşan, taraf iradesini ve işlemin geçerliliğini ön planda tutan esnek ve alternatifli bir yaklaşım benimsenmiştir. Bu ikili yapı, hukukun hem öngörülebilirlik ve güvenlik sağlama hem de değişen ve küreselleşen dünyanın ihtiyaçlarına cevap verme görevini bir arada yürüttüğünü göstermektedir. Tarafların, önlerindeki uyuşmazlığın ulusal mı yoksa uluslararası nitelikte mi olduğunu doğru tespit ederek bu farklı yaklaşımları stratejilerine dahil etmeleri gerekmektedir. Bu süreçlerin karmaşıklığı nedeniyle kişilerin haklarının korunması açısından uzman bir avukattan destek almaları hayati önem taşımaktadır.